Press ← and → on your keyboard to move between
letters
Bana ait bir şeyler yapmak istedim belki bugün, sırf bu yüzden geldim buraya kadar. Atalet, ömrümün en büyük lanetiymiş, bunu yaşaya yaşaya öğrenmek zorunda kaldım. Hiçbir şey yapmamaya alışmak, kendimden uzaklaşmak beni günden güne öldürür oldu. Hayalini kurduğum uzak bir krallığın sık ormanlarında yara bere içindeki o çocuğun ya da karaltılı bir hayalet şehirde yürümekte olan uzun boylu, paltosunun içinde mırıldanan o adamın hikayesi silinmeye yüz tutuyor artık.
Dışarıya çıkmak lazım, her gün bir şeyler yapmak.
Cause everyday I feel the same
Günlük yazmak lazım ya da hiçbir anlamı yokmuş gibi gözükse de öylecek gökyüzüne bakmak. Bir yerlerde beni bekleyen bir yuva var biliyorum hem; bir bahçe, kitaplarla dolu bir oda var biliyorum.
Ama kaçmak lazım bu sıkılganlıktan Yusuf!
Atalet, aynı şeyleri durup düşünmeyi kendine marifet edinmiş insanın laneti.
Atalet, durağan her şeyin üzerine ölü toprağı atan hırçın bir yaratık.
Daima yazmak, daima yaşamak lazım Yusuf! İşe yarıyormuş gibi gözükmese de dışarıya çıkmak lazım. Olduğun yerde saymaya benzese de, aynı hikayesi sil baştan defalarca yazmak lazım.
İçine düştüğün bu iblis panayırını en iyi ben biliyorum. Çoğu zaman yalnız hissettiğini, kimsenin seni gerçekten dinlemediğini ve artık anlatmak dahi istemediğini. Bir çift göze ya da iki insanın birbirini tamamen anlamasının mümkün olmadığını bildiği hâlde, bunu deneyecek birine muhtaçsın biliyorum.
Bazen, belki de değilimdir diyorsun bunu da biliyorum.
Ama...günün sonunda bir yol ayrımında bile olsan, iki ayrı yönü gösteren tabelaların altına çöküp bir yol gösterici beklemek alabileceğin en kötü karar değil mi Yusuf?
Biliyorum, şimdi düşününce kötü yolu sonuna kadar gitmişsin gibi geliyor öyle değil mi? Atalet, aptallık, tembellik ya da kayıtsızlık; her ne dersek diyelim, bu yolun sonuna kadar gitmedik mi?
Arzularımızın ışığı egoizme yansıdı
Ya da kısıtladık insancıl yanımızı,
Tokatladık karanlığa mum yakanları.
Ve o yolun sonu hiçbir yere varmıyor Yusuf. Senin ismini söylediğimde dahi içimde neler oluyor bir bilsen. En başında gözlerim doluyor, sonra ömrünü bunu deneyerek geçirse de yolunu bulamamış ve bu yüzden ızdıraplar içinde kıvranan ve yorgunluktan yok olmak üzere olduğunu hisseden bir a*** görüyorum. Sana sarılmak, geçecek demek istiyorum ama zaman insanları nasıl olgunlaştırmıyorsa, hiçbir şey yapmamak ya da aynı şeyi yapıp durmak da hiçbir şeyi değiştirmiyor.
Yusuf’um, güzelim...gün artık çabalamanın, ayağa kalkmanın, üzerindeki toprağı kenara itip nefes almaya başlamanın günüdür. Bir kafenin ortasında ağlamak üzereysem, bunlar kalbimden geçenler olduğu içindir. Artık diğer yolu denemenin zamanı; artık süredurumu kıracak tek bir adımı atmanın zamanıdır.
Hatırlar mısın sen kendini kuvvetli bir karanlığın altında boğulur gibi hissettiğin, Orhangazi köprüsünün koyu denizin üzerinde parıl parıldadığı bir günde yaşı geçkin bir adamı hayal ederdin yanı başında. Hani dizlerinin üzerine çökmüş sana elini uzatıp gülümserdi a*** ve sen o adamın kendin olduğunu hayal ederdin. Günü geldiğinde, bugünlerine o hayali adamın gözleriyle bakacağını biliyordun çünkü.
Bir gün gençliğini hatırladığında gözlerinin dolacağını, o hayali a*** gibi geçmişte zamansızca belirip kendini düştüğün yerden kaldırmak isteyeceğini bilirdin. Şimdi ise, dünyan sana, oturduğun yerden ne ayağa kalkacak gücü bulacağını ne de o a*** olacağını söylüyor.
Ağlamak durumu düzeltmez.
Ama ağrıyı hafifletir, öyle değil mi? Belki buyüzden genelde kederli şeylere ilk reaksiyonumuz ağlamak oluyor. Geçmiş günleri, kaybettiğini sandığın onca zamanı düşünüp sızlanıyorsun; sonra geçmişte geriye gidip hatalarını düzeltmeyi hayal ediyorsun ve bir gün daha geçip gidiyor. Birilerine kızıyorsun ve depresyon olmasa derslerini teker teker verip, şimdi olduğu gibi, bir sorumluluk yığını altında ezilmemek ne güzel olurdu diyorsun ve bir gün daha arkanda kalıp yok oluyor.
Sana senin canını acıtıp gözlerini dolduracak şeyleri söylemek sana yapabileceğim tek iyilik olur Yusuf. Doğruluğunu kanımda hissettiğim her gerçek bunu yapmamı söylüyor, üzgünüm. Hem biliyorsun değil mi, gözlerin dolsa da bunu söylediğim için iyi hissediyorsun. Belki bunu ruhunun yaralı, kırgın bir tarafının hırçın ve kendini imhaya yatkın taraflarının etkisinde yapıyorsun ama bunun ne kadar doğru olduğunu bilip bilmemek de , sık sık sorguladığın ve hiçbir aksiyon almadığın onlarca şey gibi zaman kaybından ibaret.
Az önce Rem parçasını açtım senin için, Kars’ın karlı sokaklarına gittin bir anda. Onun, yüzünün yarısını arkasına sakladığı atkısını, karlarla kaplı kaldırımları, geçip duran arabaların yer yer parçalayıp gölcükler yarattığı o yolları hayal ettin.
Bir sigara molasına o cümleyi bahşettin, ne güzeldi : Bir yol biliyordum yalnızca, ben de onu takip ettim.
Dediğin doğruydu Yusuf, kimse seni suçlayamazdı. Dünya seni kuru kalpli bir despota da dönüştürdu, sulu gözlü bir çocuğa da. Demek ki insan kendini öyle büyük görmemeli. İrademizin ve yaptıklarımızın dışında büyüyüp genişleyen, kalbi atan her şey gibi kendine bir yer açan öyle büyük öyle yüce kuvvetler var ki, başa gelen her şey için kendini suçlamak ne büyük aptallıksa bu dünyada hiçbir yerinin olmadığına inanmak da o kadar büyük bir aptallık.
Demem o ki pes etmemek nasıl marifet değilse, etrafında dönüp duran dünyayı anlamak da öyle. Yirmi üç yaşının sana getirdiği şey, çabalamanın ve yapmanın her şeyin, zavallı egoların bile, üzerinde olduğunu anlamak olsun. Yalnızca anlamak değil hatta ve hatta bunu kabul etmek olsun.
Çalışmaktan, arzuların uğruna yürümekten, gerektiğinde onca yolu geri gitmekten ve görüp beğenemediğin, karanlık gözüken başka bir yolu denemekten daha güzeli yok, öyle değil mi?
Sen ki, hiçbir zaman yapmadığına şaşırdığın intihar düşüncesini bile baş ucuna koymaya başlamıştın ve bu, içinde barındırdığı onca karmaşaya ve hüzne rağmen, yeni bir yol aramaktan ibaretti.
Ama bu ne kadar gerçekse, gözüne kolay kestirdiğin bir yolu düşündüğün de o kadar gerçek.
Biliyorum zor geliyor bir şeyler yapmaya başlamak. Her gün bir sayfanın önüne oturup, o eski hattatlar gibi aynı şeyi yazıp durmak zor geliyor. Başaramayacaksın gibi geliyor. Yalnızlığın, kırgınlığın ve sıkılganlığın çekiştirip duruyor gerisin geri, içine kök saldığın o çukura.
Yolunun zorlu ve imkansız gözüktüğünü nasıl düşünüyorsan, kazanacağın zaferin de o kadar kalıcı, o kadar büyük olduğunu da düşünmen bütün bu yazdıklarımın tek düşüncesi işte.
Madalyonun iki yüzünü de görmeye uzun zaman önce başladın ama kabullenmek senin için zor olan kısmıydı. Çünkü yeni bir gerçeği kabullenmek aksiyon almak demekti ve aksiyon değişiklik demekti.
Durmadan süredurum kavramına dönüyor olmak sana da ilginç gelmiyor mu? Yeni bir şeyler yapmak seni korkutuyor çünkü ilerlemeye başlayacak, hiç görmediğin yerlerde olacak ve içinde hiç bulunmadığın durumlara düşeceksin.
Şeyleri değiştirmenin sorunlarının sonu olmayacağını da biliyorsun hatta. Çünkü yeni durumlar kendilerine has sorunlar ve sıkıntılar getirecek.
Haklısın.
Fakat...Yusuf, güzelim, dünya da hayatın barındırdığı her şey gibi gri bir yer değil mi? Bütün bu güzellik bize karşılıksız bahşedilmiş olsa tadı aynı olur muydu? Ara sıra durup yokluğu ve hiçliği düşündüğünde, var olmanın, hissetmenin ve yaşamanın ne kadar büyük kayralar olduğunu görüyorsun.
Kabul et.
Başka bir yol olduğunu, nefes aldığın ve inandığın sürece, bağışlamanın ve yeni bir sayfa açmanın mümkün olduğunu kabul et.
Korkma.
Çünkü en kötüsü de olsa,
Saplı duran bıçak, karnından elbet çıkar.
07.01.2025
İstanbul
Sign in to FutureMe
or use your email address
Create an account
or use your email address
FutureMe uses cookies, read how
Share this FutureMe letter
Copy the link to your clipboard:
Or share directly via social media:
Why is this inappropriate?